Dün şunu fark ettim. Maddeye bağımlılıkla ilgili. Kıyafet mesela… Doğduğumuzda çıplak olarak dünyaya geliyoruz; giydiriliyoruz. Anne babamız tarafından dünyaya getiriliyoruz ama anne rahmine düştüğümüz andan itibaren, babamız, doğduğumuz andan itibaren de annemiz olmayabilir. İyi veya kötü… Bir şekilde onlarla geçirilen süre… Falzadan bir bağış, bir lütuf… Hiç tanımayabilirdik de… Bazen kötü deneyimler yaşayınca insani hiç tanımasak daha mı iyi olurdu acaba diyor insan. İşte o zaman…
Veya evimiz, lükslerimiz; hepsini sonradan öğreniyor ve alışıyoruz. Hiç olmayabilirdi de… Kaybetmekten korkuyoruz onları ve birçok zaman kıpırdayamıyoruz yerimizden adeta. Onlara bekçilik edeceğiz diye doya doya yaşayamıyoruz hayatı. Evimiz, eşyalarımız ya da paramız; yani bizlere kendimizi güvende hissettiren tüm kalkanlarımız; elimizden gittiğinde kimlerimiz, sanki kendinden bir parça gitmiş gibi… o kadar başlanmış ki ona… adeta kendisi o olmuş. Ona sahip olmaya. Sahip olma, ait olma dürtülerimiz bizi hayata bağladığı ölçüde iyidir. Fazlası bağımlılıktır, alışkanlıktır, korkaklıktır. Yapabilecekken iyi bir şeyler, bizleri engelleyen kelepçeler, prangalar halime dönüştürmemeli insan sahip ya da ait olduklarını.
Tek doğup, tek ölüyoruz. Yolda bir sürü insan var. Kimiyle yakınlaşıyoruz, kimiyle hayatı paylaşıyoruz. Kimini de düşman ilan edip, bir ömür nefretle savaşıyoruz. Ama hepimiz sonunda gidiyoruz. Burayı terk edip, tek başımıza gidiyoruz. O yüzden size zarar vermiş bile olsa, kimseden nefret etmemek ne büyük bir lütuftur insan için.
Ve yine o ermiş girdi aklımın dehlizlerinden içeri. Şöyle diyordu: “Size uygun olmadığını düşünseniz bile, daha uygun olanı bulana kadar, işinizden şikayet etmeyin. Çalışın ve sevin. Başkası için değil, kendiniz için. Basit, uğraşmaya değmeyecek gibi gelse bile, yine de çalışın, en başta kendiniz için. Affedin. Kendiniz için, yine ve hayata daima gülümseyerek bakmaya çalışın. ‘Kelebek Etkisi’ni hatırlayın; ya da ‘Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi’ni. Minicik bir aksilik ya da iyilik; aslında kocaman kocaman şeyleri değiştiriyor. Biz bilemeyiz her zaman; kontrol edemeyiz, hayatı, iyiliği, kötülüğü. Siz kadrinizce iyiliklere çalışın fakat sonunda da akışına bırakın. Sevin, çalışın, gerekirse karşılıksız… Kendiniz için. Kendi iyiliğiniz için. Egolarınızdan kurtulun. Her gün daha da mutlu olduğunuzu göreceksiniz. Ben yaparım ama başkaları yapmıyor diye düşünmeyin. Başkaları başkalarıdır ve herkes kendinden sorumludur. Toplumun çoğu kendi çıkarını düşünüyor, ben enayi miyim diye düşünmeyin. Kendiniz için, kendi iyiliğiniz için yapıyorsunuz. Aksine bu sizin akıllılığınızın göstergesidir. Severek yapılan işler, büyük kazançlar getirir. Tutkularınızın peşinden gidin ama kimseye zarar vermeden. Unutmayın! Doğduğumuzda çıplaktık ve yaşadığımız her şey, sonradan giydiklerimiz gibi bize sunulmuş nimetlerdir. Bu hayata gelmiş olmak, en büyük lütuftur. Yeter ki iyiliği takdir edin ve kötülüklerden ders çıkarın. Sabır ve şükrün en güzel ibadetler olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Her anınıza Şükredin. İstekleriniz, muhakki ihtiyaçlarınız olmayabilirler. Tevekkül olun. Hep birlikte.”
Ve sonra yine gitti. Belki başka bir beynin labirentlerinden geçmek üzere… Ee, ermiş ne de olsa olsun o kadar dedim içimden.
(2014)
Yorum bırakın