Biz Nereye?

Biz Nereye?

Yıl 2002. AKP -ki o güne kadar köklü olarak sahnede olmayan bir parti- tek başına seçildi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne koalisyonsuz hükümet oldu. Yıl 2015. Bu 13 yıllık süreçte öyle veya böyle bu parti, her defasında büyük çoğunlukla hükümet oldu. 2015 ilk seçimlerde sarsıntıya uğrayan yerlerini sağlamlaştırmak ve _banane banane, saymam, kilit_ gibi bir yaklaşımla yeniden seçime gidilmesi ve bu süreçte olup biten başta terör ve ekonomik sorunları pek de yetenekli olmayan muhalefet partilerinin durumu lehlerine çevirmek yerine- sözü geçen partinin lehine çevirmeleri- ki büyük ustalık ister- tüm bunlar bana göre teferruat. Sonuç itibariyle, halkın iradesi tecelli etti. En azından biz öyle biliyoruz. Ve madem ki demokratik insanlarız öyleyse çoğunluğun istek ve iradesine saygı duymaktan başka bir şansımız yok. Ben, belirli bir siyasi görüşü olan bir insan değilim. Şu yeni tabirle apolitiğim yani. Hatta politikadan hiç haz etmem. Oldum olası bir görüşün diğerini dövmesi, insanların bu nedenlerle birbirlerine girmesi, bölünmesi hep son derece saçma ve ilkel gelmiştir. Hatta, birçok zaman sağ-sol (ki 69 kuşağı diye -demokrasinin ülkemizde artık yerleştiğinin belki de ilk göstergesi olan- bir kuşak vardır), irticacı-futurist, liberal-sosyalist, komunist-emperyalist, faşist-globalist gibi kavramları üzerlerine gömlek olarak giyip, kendilerini kategorileştiren insanların bu görüşleri kendilerine tam manasıyla entegre etme yoluna gidip, karşıt görüşte olanlarla adeta bir savaş içine girmeleri; bu da yetmezmiş gibi bu kişilerin yetkili makamlara gelip, herşeyden bihaber gariban halkı da peşine takıp, milletleri, kitleleri ardından sürükleyerek büyük savaşlarda heba etmelerini hep o yetkili kişi(ler)nin zamanında zarar görmüş egoları ve ve bunun sonucunda yanlış işleyen süper egolarına bağlamışımdır. Ben, görmüş geçirmiş, yaşını başını almış biri değilim. 30 yaşında, sadece 10 yıldır, öğretmenlik görevinin yanında, birkaç çeviri işi yapan, birkaç farklı şehirde yaşamış, okumuş, görev yapmış sıradan bir vatandaşım. Yani bilmem kaç hükümet görmüş, enva-i çeşit görevlerde, yerlerde bulunmuş, savaşlar görmüş; bu ülkeye hatta daha da geniş düşünecek olursak bu yerküreye büyük hizmetleri olmuş biri değilim henüz-zaten gidişata bakacak olursak bu ülkede böyle önemli biri olabilmek de; önümüze sürekli çıkarılan engellerle pek de kolay görünmüyor- o yüzden yazdıklarım- en başta bu kıymetli ülkeme emeği geçmiş tüm değerli büyüklerim olmak üzere- herhangi bir İYİ insana saygısızlık gibi algılanacak olursa; affınıza sığınır, cehaletimi mazur görmenizi umarım. 

    En çok üzüldüğüm şeylerden birisi; güzel ülkemizde artık vatanseverlik duygusunun bitirilmiş olması. Şehitlik mertebesinin, insanların şeref olarak algılamasını suistimal edercesine, ayaklar altına alınacak kadar basitleştirilmesi. Çalışan, faydalı olan insanların hiçbir yere gelemezken, korkak, birilerinin ardına saklanıp, bedel olarak hürrüyetlerini veren insanların sanki çok bir şey yapmışlar gibi yetkin insanlar kamaralarına oturtulmaları. Ve tüm bu adaletsizlikler karşısında, umudunu yitirmiş olan bir avuç işe yarar insanın napacağını bilemez halde öylece apışıp kalmaları. Ülkeyi yukarıya çekecek insanların, ya hapiste, ya da mezarda haksız yere yatıyor olması ve eskiden öyle düşünmemekle beraber artık akıllıca olduğunu düşündüğüm diğerlerinin -kendilerini yurt dışında gerçekleştirme imkanları bulduklarından- orada yaşamaları sonucu bu ülkenin kaybettiklerini görmem. 

       Şunu çok net bir şekilde ifade etmek isterim ki; ben bu vatana hizmet etmek için, hepimizin eşit şartlarda yaşamamızın bir zorunluluk haline gelmesine inandığım için, terör bombalarının gümbür gümbür patladığı sayısız şehit verdiğimiz illerden birinin ilçesine bağlı bir yatılı okulda bir süre- ki bu süre az olmasına rağmen, şartlar fazlasıyla travmatikti; cok daha uzun süre bu şartlarda yaşayan arkadaşlarım ve bir ömür orada yaşayan halktan bahsetmek zaten böyle bir deneme yazısına sığmaz- görev yapmış bir insanım. Yılanlar ve farelerin arasından soğuk hava deposundan yemek malzemesi cıkarttığımızı, aşçımız görevi bıraktığı için, mutfağa girip 300 öğrencilik okulumuzda öğrencilere yemek yetiştirmek için müdür yardımcımızın kolları sıvayıp yemek pişirme işine giriştiğini, (devletin verdiği imkanlar tam olmasına rağmen,neden gerekli yerlerde kullanılmadığını bir türlü idrak edememişizdir) gerekli yerlerden biri de ranzaya basit bir korunak konulabilecekken, konmayıp, ranzadan düşüp ölen 11 yaşındaki öğrencimizi, okuma yazma bilmemesine rağmen, AB’ye sevimli görünmek için, ilköğretimden mezun ettiğimiz öğrencileri ve kürt halkının PKK ile alakası olmayabileceğini, oraya gittiğimizde bizleri canı pahasına koruyan, sofrasını, kalbini açan vatandaşlarımızı; “ben çocuğumu okuma yazma öğrensin, Türkçe öğrensin vatana millete hayırlı bir evlat olsun diye okula gönderiyorum diyen velilerin yanı sıra devlet katkısından faydalanmak için ve çok cüzi miktardaki parayı- sizlerin çocuklarının günlüğünden bile az- her ay gelip çocuğunun elinden alan ve daha tek başına yıkanmayı bile bilmeyen küçücük çocukların bir ay harçlıksız kaldıklarını hiç unutmayacağım. Tüm bunları anlatıp kafanızı şişirdiğim için özür dilerim ama anlatma sebebim asıl olarak şu: ben böyle düşünürken, sadece 10 yıl içinde idealistliğimi, vatan severliğimi tam olarak olmasa da yitirdiğimi görüyorum. Artık eskisi gibi tüylerim diken diken olmuyor İstiklal Marşımız söylenirken. Tıpkı 10-15 yıl öncesine kadar, oğlunu şehit verdiğinde “Vatan Sağolsun” derken, yaşadığı onur duygusunun acısının bir tık ötesine geçtiğini görmeye alışık olduğumuz annelerin yerini artık -hem de askeriye de üst düyezde bir insanın- kardeşi şehit olduğunda gösterdiği tepkiyi haklı görmeye başlayan bizlerin yerini alması gibi. Tüm bu umutsuzluk tablolarının farurası tabi ki tek bir hükümete kesilemez. Fakat, o hükümet, normal sürelerde görev yapmış ve 5 yıl içinde değişmiş olursa. Fakat siz 13 yıl boyunca bu ülkeyi yönetirseniz; kusura bakmayın ama çok daha büyük faturalar kesilecektir. Bunların bir kısmı olur ve sorumlusu X hükümetidir; daha sonraki hükümet döneminde belki bir kısmı daha olur, sorumlusu Y+Z hükümetidir. Ama hep aynı hükümetse o zaman gerçekten bir şeyleri sorgulamak gerekir, sevgili halkım. 

                Dediğim gibi; ben fanatik bir şekilde belirli bir siyasi görüşe sahip bir insan değilim. Fakat şunu söyleyebilirim ki; az çok birçok kişi kadar; hümanistim. Bu da hangi siyasi görüşün içine hiç kasmadan sığar bilemiyorum. Bu hükümet döneminde üzerinde en çok düşünme gereği duyduğum şeylerden biri de laiklik oldu. İnanın at gözlükleriyle bakmadım. Tam aksini de tahayüül ettim. Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinde ayrılması, gerçekten şart mıdır diye. Ülkeyim ben diyorsanız, Evet. Hele hele Türkiye gibi zengin bir kültür mirası ve jeopolitik bir öneme sahip bir ülkeyseniz kesinlikle, Evet. Zira yönetiminiz altındaki insanlar çok uluslu kültüre alışkınlardır ve siz laikliği kaldırıp atamazsınız. Kaldı ki çok uluslu, v.s. olmamalarına rağmen kaldırıp atan ülkelerin global pazardaki (her manada) yerlerini görüyoruz. 

            Kemalistlik konusuna gelince, 77 yıl önce bu diyarlardan göçüp gitmiş ve kısacık ömrüne bir ülkeyi tükenmişlikten alıp yeniden ayağa kaldırmayı ve bunu da kimsenin aklının ucundan dahi geçmeyen devrimlerle destekleyerek yapmayı başarabilmiş bir insan… Elbette düşüncelerim, salt çocukluk yıllarımızdan kalan Atatürk resimleri, şiirleri, v.s ile sorgulamaksızın ulaşılmış bir bağlılık ile edinilmiş değil. Aklı selim her insan, ufacık bir araştırmayla bile fark edecektir ki; tüm dünyanın saygı duyduğu ve verilen değerin az bile kaldığı bir liderdir Atatürk. Bunun yanı sıra yaşadığımız yüzyıl, her şeyin hızla değiştiği ve yeniye adapte olmamızın zaruri olduğu bir dönem oluşundan mütevellit; putlaştırırcasına -Atatürk bile olsa- bir şeylere tapınmanın ve hiç esneklik göstermeden, sabit fikirlerle yollarımıza devam etmenin bizi felaketten başka bir yere sürüklemeyeceğini bu son olaylarla da iyice anladığımız, bir yüzyıl. Demem o ki; hiçbir ilke, tabu, görüş, inanç, v.s. araçlıktan çıkıp amaç olmamalı; insan hayatından daha kıymetli olmamalıdır. “Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçiniz.” K. Atatürk. Bilimin de insana hizmet için var olduğunu düşünecek olursak, evet, Atatürk’ün öngörüsünün ne denli gelişmiş, vizyonunun ne kadar geniş olduğunu bir kez daha görürürüz. 

         Yani ilke ve inkilaplar; bunlara körü körüne bağlı, sorgulamadan değil de; kendimi belli bir kalıba sığdırmaya çalışmadan baktığımda; Cumhuriyet neden bazılarını rahatsız ediyor anlamıyorum. Özgürce düşüncelerinizi belirtebilmek’ duygu ve durumlarınızı yargılanma, kınanma korkusu olmadan yaşayabilmek özgürlüğünü neden seve seve çöpe attığınızı anlayamıyorum. Kimseyi yargılamıyorum, eleştirmiyorum. Mutlaka bu soruların muhattaplarının da bir bildikleri vardır diyorum. Tek isteğim; bu soruların cevaplarını düşünmeleri. Gidilen yolda karşın(m)ıza çıkacak durumların resimlerini tarih her an, bugün kadar yakın bir geçmişte dahil olmak üzere, pek yakınımızda yazıyor. Bunları görmuyor musunuz? 

      Bu yazdıklarımın bir çoğu işin sosyolojik ayağından birkaç madde sadece. Daha bunun ‘adalet’, ‘kalkınma’, dış dünyaya uyum, özgürlük, v.s. gibi birçok ayağı da cabası. 

           Bunların hepsi düşünce ve ben hala düşünce ve ifade özgürlüğümüzün olmasına Şükrediyor; özgürlüklerimizin ilanihayet devam etmesini temenni ediyorum. Yazılanlar, tartışmaya açıktır ve kimseyi eleştirmek, aşağılamak haddime değildir. Sadece, bir arkadaşımın da dün hatırlattığı gibi M. Kemal’in bir sözüyle devam etmek isterim: “Her millet layık olduğu şekilde yönetilir.” düsturuna inanan biri olarak benim milletimin tercihi -kendimi azınlık gibi hissetmekle beraber- beni de yönetecek olduğundan soruyorum. Ve sizlerin de sorgulamanızı istiyorum. Amacımız bölünmek değil, birleşmek olmalı. Bkz. Hiçbir seçimden sonra kazanan partinin yandaşları defalarca 15 el silah sıkmacalı, davullu, zurnalı, konvoylu, kornalı, sloganlı bir kutlamaya gitmemişlerdi. Hatta fikirlerini bile açıkca beyan etmezlerdi ki; birçoğumuz ‘kimse oyumu ben onlara vermiyorum, nereden çıkıyor bu %50’ söylemlerini defalarca işitmiş ve sarf etmişizdir. Bunun yanı sıra diğer partilerin yandaşları, özellikle sosyal medya başta olmak üzere hiçbir ortamda bu kadar net bir şekilde üzüntülerini, endişelerini dile getirmezlerdi. Sonuç itibariyle bunlar güzel manzaralar değil. Bir kez daha söylüyorum: Kutuplaşmak, bölünmek bizi felaketten başka bir yere sürüklemez. Tarih boyunca bu böyle olmuştur. 

         Hepimize huzurlu, güvenli, aydın, ferah, refah, adil, özgür ve sevgi dolu günler diliyorum. 

Tuğçe Ağca

2015

Yorum bırakın